Milyonlarca kelime kafamın içinde uçuşurken, oraya buraya yazamadığım, kimseye söyleyemediğim şeylerin varlığı beynime ve yüreğime fazla geliyordu ve yine aldım bu sanal günlüğü elime...

12 Ekim 2011 Çarşamba

Yağmur ve Rüzgar

Yastığa gömülmüştü başı aslında yarı uyanık gibiydi hiçbir zaman derin uykuya dalmıyordu savaş zamanı.

Kapıların açılıp kapanması sabah olduğunun habercisi. Yardımcısı Irene içeri girip hazırlanması için Prensesine yardım ediyor. Sıkı sıkı bağlıyorlar korsesini.. Özenle taranıyor saçları, parfümü aynı özenle sürülüyor..

Yastığının kenarından aldığı işlemeli bez parçasını göğüslerinin arasına sokuşturuyor. Terasının kapısını açıyor ve rüzgar yalıyor yüzünü.. Toprak kokusunu doldurdu ciğerlerine gözlerini dikti ufka.. Şimdi o nerede kimlerle savaşıyor diye düşündü. Bezin bir parçasını çıkarıp göğsünün arasından dudaklarını bastırdı. Tanrım ona kuvvet ver diye mırıldandı.

Yağmurlu ve rüzgarlı günleri seviyordu sanki bu yağmur ve bu rüzgar onun bulunduğu topraklardan geliyormuş gibi. Haberciler çok uzun zamandır savaş alanından haber getirmemişlerdi ama hissederdi ona bir şey olsa bilirdi.

Saatler saatleri kovalıyor yatma vakti geldiğinde göğüslerinin arasından çıkardığı nakışlı bezi yatağın boş tarafına koyuyor..Uykuya dalıyor aslında dalmıyor sadece gözlerini kapatıp hayalleri ile bir geziye çıkıyor...

Güne açıyor gözlerini ilk bahar gelmiş ne rüzgardan eser var ne yağmurdan haberde yok zaten. Atını hazırlatıyor muhafızları ile bir gezintiye çıkıyor. Hızla sürüyor atını rüzgar essin suratını yalasın diye. Birden at arabasının sesi çalınıyor kulaklarına ardından habercinin borazanının sesi yükseliyor.

Geri dönelim! diye haykırıyor muhafızlarına. Geldi mi? Döndüler mi? Bu ayrılık bitti mi?

Sarayın içine giriyor attan iniyor.. Eşyaların içeriye taşındıklarını görüyor. Odasına dönüp beklemeye başlıyor, odanın etrafında sabırsızca geziniyor, eteklerinden gelen hışırtıdan başka ses yok. Aniden Irena içeri dalıyor. Yüzü solgun bembeyaz kızıl saçları adeta buzların üstündeki güneş gibi gözüküyor. Avuçlarını açıyor ve nakışlı bez yere düşüyor.

Prenses eğilip bezi yerden alıyor. Kanlı bu kanlı diye çığlıklar atıyor. Gitti mi? Öldü mü? Gözleri kararıyor.

Geceye açıyor gözlerini, dışarıdan gelen seslere irkiliyor. Kapıyı açıp dışarıya atıyor kendini, parmak uçlarında avluya kadar çıkıyor. Bir siluet görüyor. Merakı iyice kabarmıştı ama gecenin bu vaktinde buraları gezmesi yasaktı zaten. Yatağa dönüp yastığına kafasını tekrar gömüyor ve tabii yatağın boş kısmında iki nakışlı bez onunla birlikte uyuyor. Bir kaç saat sonra gök gürültüsüyle uyanıyor bu sefer, koşarak camı açıyor, kendini balkona atıyor, rüzgar yüzünü yalıyor ve her yer yağmur kokuyor....

Ayak sesleri ile irkiliyor.... ''Lady'im çok beklettim ama söz vermiştim ve sözümü tuttum.'' diye bir fısıltı duyuluyor.

Haberci pazar meydanında haykırıyor Prensesin ölümünü...
Ve tüm halk hep bir ağızdan ''Huzur içinde uyusun Prenses'' diye haykırıyor.

3 yorum:

  1. Huzur içinde yatsın.. Bir kahve taüında damağımda kalan, bir de bihter çimolata bir ısırıktan. Bu sabahki istihkakımı buradan aldım diyebilirim.

    Not: Bu arada sayfa görünümün daha bir öncekinden daha daha güzel olmuş..

    YanıtlaSil
  2. Hey! Profösör beğendin mi yazıyı? Hemde bir kahve yanında okudun ha? Onur duydum inan bana. Teşekkürler.

    Not'a cevap: Kafamı kurcalıyordu, nasıl görünüyor diye.. Buna yorum yaptığına sevindim teşekkürler^^

    YanıtlaSil
  3. Güzel yazmışsın gayet bende yeni bir blogger olarak destekliyim istedim seni gayet başarılı:)

    madambfashion.blogspot.com
    bana da beklerim

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...